10° Kapalı

Alperenler 2. Bölüm: Çanakçı Baba (Tanoba)

ANADOLUDAN - Nisan 23, 2021 17:36 A A

Yazan: Fatih Kaplan

İnceleyen: Ethem Göktürk/ Dursun Efendi Kaya

Çanakçı Baba  (Tanoba 1250 li yıllar)

                                                                                                         

Divan-ı Hikmet (219)

Hakk’tan korkmayıp “ben-ben” diyen Şahlar hani?

Ay ve güne kafa tutan gün yüzlüler hani?

Gece ağlayıp, seherde kalkan erler hani?

İbret alıp, kan ve zerdâp yuttuğu yok.

 

Kuru zahit aşk ehlini göze iliştirmez,

Cennet dileyip, didarını talep kılmaz,

Âşıkların çığlığına kulak vermez,

Bu dünyayı arkaya itip attığı yok.

 

Anadolu’nun kadim yerleşim yerlerinden biri olan köyün tarlalarındaki sarı ekin başakları biçilip harmanlara toplanmış, anızlar irili ufaklı hayvanlarla dolmuştu. Böceklerin uçuşarak karıncalar konvoy halinde ganimet toplama yarışındaydı. Kış gelmeden yiyecekler depolanmalıydı.

Köyün gençleri yazın kavurucu sıcağına aldırmadan her geçen gün biraz daha kararan benizleriyle her sabah tarlaya gidip karıncalar gibi hiç durmadan çalışıyorlardı. Kösedağ Savaşı için asker toplanan bölgede, Selçuklu ordusuna katılıp haber alınamayanların evlerinin işleri de köyün delikanlılarına kalmıştı.

Gençler bu yıl ‘Öf’ demeden her evin işini sırayla görüyorlardı. Geniş ovası verimli tarlaları sayesinde bölgenin tahıl deposu durumundaki Tanoba köyü etraftaki soğuk sularında yetişen balıklarıyla da ün salmıştı. Köye uğrayıp balık yemeden ayrılmanın ayıp sayıldığı zamanlar bile olmuştu.

Suyun bereketi değirmenlerin çarklarını döndürürken Çanakçı Deresi’ne adını veren zatın dergâhında son zamanların en kalabalık sohbetleri oluyordu. Kapısına gelenin boş çevrilmediği, az çok demeden yardıma ihtiyaç duyanların yardımına koşan Çanakçı Baba çevrede ün salmış ihtiyar bir alperendi.

Dergâhın ününü duyanlar onu ziyaret edip sohbetine eşlik etmeden yöreden ayrılmıyordu. Duayla başladığı sohbetleri yine duayla biter, huzuruna gelenler zamanında kendisine kötülük edenler bile olsa onlar için rahmet istemekten geri durmazdı.

Hayatında birinin kalbini kırdığı görülmemiş, konuştuğunda etkileyemediği bir insan olmamıştı. Bu işin sırrını soranlara:

“Pirimiz Hoca Ahmet Yesevi, gönül kapısı aralanmadan hiçbir kapıdan girilemez.” der, gönlünü hoş ettiği insanların duasını alıp işine devam ederdi. Eli bereketli sofrası dualı aksakallı dervişin son zamanlardaki sohbet konuları genelde beraberlik ve vatan sevgisi üzerine oluyordu. Kocaman Selçuklu parçalanmanın eşiğine gelmiş, sınırlarına hâkim olamaz duruma düşmüştü. Anadolu coğrafyası hem Moğolların hem de isyanların beşiği olmuştu.

Öğle namazı sonrasında edilen kısa sohbetin ardından Çanakçı Baba ve yirmiye yakın talebesi köy meydanına varmak için dere boyuna yöneldiler.

Komşu köylerden meyve bahçelerinin özellikle elmasının ünü civara yayılan Esençay köyü tarafından gelen atlılar dikkatlerden kaçmamıştı. Tozu dumana katarak gelen süvari birliği sanki hiç durmayacakmış gibiydi. Ta ki en öndeki meşin zırhlı, kara börklü adam kolunu kaldırana kadar!

Ardındaki sancaktar verilen işaretle sancağı değişik hallere sokmuş diğer yanında tuğ taşıyan atlıya yavaşlaması için komut vermiş gibi atlar rahvan hale gelmişti. Olanları izleyen Çanakçı Baba, bir anlık duraklamadan sonra umursuzca talebeleriyle yoluna devam etti.

Kumandan elindeki kamçıyı atına sertçe vurunca sinirinin şiddeti belli olmuştu. Zavallı hayvan canı yanınca olduğu yerde kanatlanıp uçacak gibi oldu. Göz açıp kapayıncaya kadar Çanakçı Baba’nın önünde şaha kalktığında kumandan gırtlağı patlayacak derecede gürledi.

“Be hey Derviş Baba bir selam almak yok mudur!”

Kumandanın öfkeli halinin aksine Çanakçı Baba’da sükûnet hâkimdi. Hafifçe başını çevirip arkadan gelmekte olan atlıların birikmesini bekledi. Son atlı gelip hepsi etraflarını sardığında elindeki asayı havaya kaldırıp toprağa sapladı. Arz yerinden sarsılmıştı sanki.

“Sen ki Danişmend Melik Ahmet yareni, Battal Gazi Han oğlu Emir Turasan’ın yiğit evladı Kara Tegin!” dediğinde biraz önceki kibirli kumandan Atının üstünde duramaz oldu. Diğer askerleri de aynı şekilde atlar sırtlarından yere devirmişti.

Derviş Baba heybetli sesiyle devam etti.

“Biz senin atanın rehberi Hoca Ahmet Yesevi’nin talebesiyiz! Bizler senin atanın hem silah arkadaşı hem de yareniyiz! Baskın verir gibi üzerimize at koşturur sonra da bizden selam beklersin! Kibrin, taşıdığın sancağa ve atana asla yakışmıyor! Ya şimdi nefsini körle! Ya da bizim selamımızdan mahrum kalarak hanemizi terk eyle!

Derviş Baba’nın kelimeler aksakalının çevrelediği ağzından dökülürken mağruriyeti yerlerde gezen kumandan onun önünde diz çöküp eteğine sarıldı.

“Affet Derviş Baba…” nidası sadece kumandandan değil, ardı sıra gelen tüm askerlerden de duyuluyordu.

Biraz önceki hiddet seli dindiğinde omzuna dokunan eller kumandanı ayağa diktiğinde askerler diz çökmüş, talebeler boyunlarını bükmüştü.

“Evladım! Hane vardır destursuz girilmez! Hane vardır kapı kırılmadan girilmez! Sen şimdi bundan sonra gireceğin haneleri iyi seç. Geçeceğin eşikleri iyi belle. Sonra çiğnediğin eşiğin sahibi kalbini kırmasın…”

Çanakçı Baba, hatasını anlayan kumandanın üzerinde gözlerini dolandırdı. Kumandan ağlıyordu. Orduların önünde düşmana kılıç çalan, kılıcıyla can alıp kan akıtan kumandan, şimdi bir Allah dostunun kalbini kırdığı için ağlıyordu. Sevinç, utanç korku adı ne olursa olsun bir asker şu an ağlıyordu.

“Ağla evladım. Ağlamaktan sakın utanma. Unutma ki ağlamayan asker ağlatır. Asker ağlatırsa kardeşler birbirine düşman olur. Milletler birbirine kin kusar. İşte o zaman araya nifak girer. Araya nifak girince de kim ne derse desin, kim ne söz söylerse söylesin dillerden dökülen yalan olur. Kulaklar doğruyu duymaz. Gözler eğriyi seçmez. Dillerin lal olduğu yerde kılıçlar ahkâm keser…”

Kumandan ve askerler kime rastladıklarını ayaküstü yapılan bu kısa sohbette anlamışlardı. Bölgeye yıllar önce kardeşleriyle gelip yerleşen kumandanlarının yol göstericisi, kalem, ilim ve kılıç ehli gönül sultanı Anadolu’nun dilden dile anlatılan alperenlerinden Çanakçı Baba’ydı onları karşılayan.

Derviş baba, kumandanın şahsında ders vermeye devam ediyordu. Her sözü önce kılıç gibi kesiyor, ardından mahir bir cerrahın yarayı dikmesi gibi dikiş atıyordu. Her sözcük ilmek ilmek işleniyordu. Mesleğinde mahir bir taş ustasının eğri büğrü taşları yontup medeniyeti inşa etmesi gibi arka arkaya irat edilen sözcükler her seferinde bir şaheser ortaya çıkarıyordu. Akan derenin kenarında ayaküstü aydınlanma dergâhı kurulmuş gibiydi. “Kalbin kıyısı dildir.” sözü mucibince deniz kenarındaki ak köpüklerin kaybolması gibi, sözün biri kaybolup bir başka güzellikle yeni bir sözler dökülüyordu.

“Evlatlarım yorgun görünüyorsunuz. Hele şöyle gelin…” dediğinde atlar bile sessizce Gazi Derviş’in ardına düşmüştü. Tanoba Deresi’nin kenarından çıkılan geniş yolda köylüler evlerinden meraklı bakışlarla askerleri izliyor, sessizce ilerleyen kalabalığın arkasından fısıltıyla konuşuyordu…

“Niye gelmişler? Yine etrafta eşkıya mı var? Harman zamanı bizden vergi almak için mi gelmişler?”

Derviş Baba sessizce devam ettiği yürüyüşü yüzyıllardır köyün ortasından çıkan ve balıkların birbiriyle yarıştığı, yarışırken suyun üzerinde raks ettikleri gölün kenarında bitirdi. Talebelerden bir kısmı askerleri buyur ederken bir kısmı da verilen işaretle telaşa kapılmadan ortalıktan kaybolmuştu.

Kara Tegin, zor günlerde devletine bağlı kalıp, eşkıyaya göz açtırmamıştı. Üstelik zalim yönetici ve kumandanlara karşı nefreti, eşkıyaya olan nefretinin çok çok üstündeydi. Onun gözünde makamını millete zulüm için kullanan ve görevini yapmayan yöneticinin yeri bu dünya olamazdı. Bağışlandığını bilmek istedi ama  “Hocam…” demesiyle devam edemeden sözü kesildi.

“Evladım, bazen hemen unutmak güzeldir. Biz unuttuk sen de unut.”

Kumandan bağışlandığı için onlarca büyük zafer kazanmış kadar sevinmişti. Muhabbet dolu sesiyle Çanakçı Baba devam ediyordu: “Askerlerin ve senin bir isteğin var mıdır?”

Savaş meydanında heybetinden düşmanı titreten gece sesini duyan eşkıyayı ininde korkutup aklını alan kumandan, mahcup sesiyle kısa zamanda ihtiyacını arz etti. Derviş Baba tebessümle karışık yanında duran talebesinin heybesine elini daldırıp küçük bir tas aldı.

“Evladım, bu tasa bizim ambardan arpa doldur. Bak kumandanımız atlarına arpa ister.”

Gözlerinden yaramazlık fışkıran küçük bir çocuk, tası şeyhinin elinden kaptığı gibi koynuna bastırarak dergâha doğru koşmaya başladı.

Kumandan bir tasa bir de çocuğa bakınca, gönül sultanı Çanakçı Baba omzuna dokundu.

“Bizim arpamız bereketlidir. Sen askerlerine söyle heybelerini hazırlasınlar.”

Kumandan bir kez daha mahcup olmuştu.

“Evladım heybeyi getir.”

Bir başka talebe erzak dolu heybeyi Çanakçı Baba’ya özenle uzattı. Üzerindeki desenlerden Orta Asya işi olduğu belli olan heybeye elini daldırdı Çanakçı Baba.

“Askerlerine söyle sırayla gelsinler.”

Fırından yeni çıkmışçasına üzerinden buhar tüten ekmek heybeden dışarıya çıkmıştı. Ekmeğin yanında katık, hemen onun yanında da küçük bir kazandan ayran veren bir talebe Derviş Baba’nın yanında belirince, askerler uzun yolun verdiği yorgunluğu unutmaya başladılar.

Sırası gelen asker sıcak ekmeği ve ayranı alırken vakit geçmeden gelen diğer kazandan sıcak etli yemek sahanlarına yerleşiyordu. Askerler çoktandır görmedikleri leziz yemekleri afiyetle yerken, bitiren tekrar sıraya giriyor, sahanlar yeniden dolduruluyordu. En son Kara Tegin’le Çanakçı Baba sahanlarını doldurup sıcak ekmeği bölüştüler.

Yemekler yarı olunca elindeki küçük tasla görünen afacan talebe Derviş Baba’nın karşısında gülümsüyordu. Derviş Baba göz kırpınca tasın üzerinden elini dolandırdı. Üfleyip oğlana uzattı.

“Evladım atların hepsini doyur, artanı da heybelere doldur.”

Kara Tegin işte o an askerlerine bakmayı akıl etti. Hepsinin tabakları hâlâ doluydu. Hepsi de büyük bir iştahla yemeklerini bitirmeye çalışırken kendine yönelen gözlere cevabı Derviş Baba verdi.

“Afiyet olsun evladım. Dedik ya bizim ekmeğimiz de arpamız da bereketlidir!”

Yemeklerini yiyenler şimdi Çanakçı Baba’yla Kara Tegin’i dinliyordu.

“Derviş Baba sizler buraya geldiniz ve bize emsalsiz bir vatan bırakmak için elinizi uzatıp hayatınızı ortaya koydunuz ama şimdi biz onu korumakta zorlanıyoruz. Bir tarafta eşkıya bir tarafta Moğol baskısı. Bizim bunlara dayanacak gücümüz yok. Ne yapmamız lazımdı da yapamadık ve bunlar geldi başımıza?”

Çanakçı Baba bağdaşını kurduğunda sanki bulutların üzerine çıkmış gibiydi.

“Evladım yüce kitabımızda, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; yoksa korkuya kapılırsınız ve kuvvetiniz elden gider. O halde zorluklara sabredin; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir, buyuruyor. Biz Horasan’dan kalkıp buralara gelirken sadece asamızla değil, aynı zamanda imanımızla geldik. İmanımız bize diri ve birlik olmayı emrediyordu. Şimdi bakın şu ilerde bir kardeşim Çeltek vardır. Biz darlıkta ve varlıkta hep beraber ardımızda ne varsa geride bırakarak geldik.”

Kara Tegin ve askerleri bir gece önce konakladıkları Çeltek Baba’nın adını duyduklarında kendilerine verilen ziyafeti hatırladılar. Kumandan sadece yemeği değil Çeltek Baba’yla sabaha kadar yaptığı sohbeti de anımsamıştı. Kumandan derin hülyalardan Çanakçı Baba’nın sesiyle bulunduğu mekâna ruhen geri dönüyordu.

“Şeyhimiz Hoca Ahmet Yesevi bize çok tembihler etti. ‘Gidin! Gidin ama gittiğiniz yeri yurt edinin. Gittiğiniz yerde rızk derdiniz olmasın. Rızkınıza Allah kefil! Yurt derdiniz olmasın. Adım attığınız yer sizin yurdunuzdur. Okunuzu attığınız nokta Kızılelma’nız, sesinizin ulaştığı her yer sizin evinizdir. Size kucak açacaklar, çünkü sizin vardığınız her yerde huzur, ekmek, aş ve bereket olacak. Adım attığınız her yerde önce çalışkan, sonra adil sonra da hoca olun. Sakın ola gittiğiniz yerlerde oranın halkından az çalışıp onlardan daha fazla uyumayın. Başkasından cömertlik beklerken kendiniz cimri olmayın. Allah, Benim yolumda harcayın, derken siz onun yolunda toplamaya kalkmayın. Sakın ola Allah’ı kurtarma bahanesiyle millete taassup aşılamayın. Zaten gittiğiniz yerde insanların her şeylerini almışlar. Siz de aynısını yaparsanız, onların size nefretten başka verecek hiçbir şeyi yok.’ diye ikazda bulunmuştu.”

Kara Tegin ve askerleri pür dikkat Çanakçı Baba’yı dinlerken, Tanoba Deresi sakinleşmiş, hemen ilerde göldeki balıklar bile başlarını suyun yüzeyine çıkarıp dervişin sohbetine dâhil olmuşlardı.

“İşte biz pirimizin talimatlarından çıkmamaya özen gösterdik. Allah’ın emirlerini ondan dinledik ve bizim için çizdiği yoldan hiç sapmamaya dikkat ettik. İstemeden verdik. Saklamadan paylaştık. Öğrenmeden öğretmedik. Her ne yaptıysak, her şeyi gören ve bilenin rızası için yaptık, yapıyoruz, yaparız.”

Kara Tegin, derin düşüncelere dalıp giderken Çanakçı Baba heybetle doğruldu.

Battal Gazi’nin bükülmez bileğindeki güç, Oğuz Kağan’ın ruhuyla birleşmiş Tanoba üzerinde dolaşıyordu. Saçları omuzlarına sarkık, kara bağrı yarıya kadar açık yağız bir talebe göğsüne yapışık tuttuğu Kur’an-ı Kerim’i öptükten sonra hocasına sundu.

Kara Tegin, olacakları anlamıştı sanki. Atasından yadigâr gümüş kabzalı kurt başlı Türk çeliğinden yapılmış kılıcını çekip iki eliyle Çanakçı Baba’ya uzattı. Kılıç, güneş ışınlarını önce emiyor, sonra tılsımını kimsenin sezemediği yeni bir enerjiye dönüştürüp Tanoba’yı çevreleyen dağlar ötesine gönderiyordu.

Öpülen Kur’an-ı Kerim kılıcın üzerine tutulunca Asya bozkırlarından kopup gelen bir fırtınanın gürlemesi yankılanıyordu.

“Namusunun bekçisi silahın, vatanının örtüsü gökyüzü ve iman ettiğin Kur’an üzerine yemin et!”

“Yemin olsun!”

“Allah’ın buyruğundan, Peygamber Efendimizin çizgisinden ayrılmayacağına; vatana hizmetten, bayrağa saygıdan ve şehitlerin davasından ayrılmayacağına söz ver!”

“Söz olsun!”

“Allah, senin ve yarenlerinin,  Türk milletine gönül vermiş serdengeçti ve alperenlerin yolunu açık, gazalarını muzaffer eylesin!”

“Amin”

Gökdeki melekler bu yemine şahitlik ederken, Tanoba, her an cihada hazır askerlerin coşkulu naralarıyla inliyordu. Alperenler, inandıkları ülkü uğruna binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca şehit verilse de dava ateşinin asla sönmeyeceğini bilerek verilecek emri bekliyordu.

Kara Tegin ettiği yeminin ardından kılıcını kuşandı. Kuran-ı Kerim’i koynuna sokup atına bindi. Ardında ömrünü milletine ve devletine adayan bir alperen ordusu, hedefinde Kızılelma vardı.

 

ANADOLUDAN - 17:36 A A
BENZER HABERLER

YORUM BIRAK

YORUMLAR

Hiç yorum yapılmamış.

HABER LİSTESİ

  • 01
    Fatih Kaplan: Av. M. Alparslan Demir’in Büyük Değişim Çağrısı Nasıl Karşılık Bulacak?
    Av. M. Alparslan Demir, hemen hemen her alanda Büyük bir değişim çağrısı yapıyor. Erbaa Belediye Başkanlığı için İyi Parti’den Aday Adayı olan, Av. M. Alparslan Demir’in seçim kampanyasında kullanacağı dil ve halka vereceği mesajları yaptığı basın toplantısında üç aşağı beş yukarı öğrendik. Bu mesajların ana temasında; Birleştirici bir dil, ayrışmaya karşı bir duruş, şeffaf bir […]
  • 02
    Fatih Kaplan: Olası İşbirliğinde Tokat ve İlçelerinde Yerel Seçimlerde Dengeler Değişebilir
    Meral Akşener ve Özgür Özel’in ilk buluşmasından sonra önümüzdeki yerel seçimlerde işbirliği kararı çıkacak gibi görünüyor ki bu durum haftalardır konuşulan bir olaydı. Böyle bir işbirliğinde Tokat merkez ve büyük ilçelerinde durum nasıl olur, süreç nasıl işler ve gelişir? Tokat merkezde Mhp+İyi Parti+ Chp’nin ortak aday üzerine birleşebileceği bunun tavanda olmasa bile tabanda gerçekleşeceği konuşuluyor. […]
  • 03
    Yılmaz Kayalar Fen Lisesi Yine Ödülle Döndü
    Erbaa Yılmaz Kayalar Fen Lisesi geçen yıl katıldığı Uluslararası ve Ulusal bir çok yarışmadan ödülle dönmüştü. Başarılı okul yine adından söz ettirmeye devam ediyor. İzmir’de düzenlenen BUCAIMSEF 2023 yarışmasından başarıyla dönen Yılmaz Kayalar Fen Lisesi’nden yapılan açıklamada: “Buca IMSEf 2023’ten Bir Gümüş bir Bronz Madalya İle Döndük 22-24 Kasım 2023 tarihleri arasında  İzmir’de düzenlenen BUCAIMSEF […]
  • 04
    Erbaa Yavuz Selim İlkokulu’nda E-Twinning Projesi Başlatıldı
    Erbaa  Yavuz Selim İlkokulu’nda İngilizce Öğretmeni Celile ÖZCAN’ın  yürütücülüğünde başlatılan “From a tale to magic dreams” adlı etwinning projesi  Romanya, Moldova, İtalya ,Slovenya  ve Polonya gibi ülkelerin de katılımıyla 4 ay sürecektir. İlkokul öğrencilerine İngilizce’yi masallar yoluyla eğlenerek öğretilmesini amaçlayan proje, öğrencilerin İngilizce olarak okuma, yazma ve dinleme becerilerini geliştirmeye yöneliktir. Öğrenciler, dünyanın farklı yerlerindeki […]
  • 05
    Eyüp Eroğlu Verdiği Sözü Üç Ayda Unuttu yada Halkı Uyuttu
    Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu meşhur; ‘Artık çiçekle böcekle uğraşacak vaktimiz yok…’ açıklamasını yaptığı gün yani 1 Eylül’de Tokat’ta görev yapan basın mensuplarıyla buluşmuş ve ‘Artık önceliğin Kentsel dönüşüm olacağını..’ söyleyerek bu konuda; ’75 konut için ilk kazmanın Kasım ayı içinde vurulacağını…’ açıklamıştı. Haber merkezimize ulaşan vatandaşlar Başkan Eroğlu’nun bu sözünü hatırlatarak; “Sayın başkan ya […]